Avrupa'yı 19. yüzyılda pençesine alan etnik milliyetçiliklerin çoğunun tersine Arap milliyetçiliği bünyesinde dilsel, ırksal ve kültürel açıdan homojen bir grubun yücelip kendisini gerçekleştirdiği bir devlet idealine yönelik determinist bir yaklaşım içinde gelişmedi. I. Dünya Savaşı sonrası dönemin milliyetçi Arap ideologlarının yoğun çabalarına rağmen, Arap milliyetçiliğinin “Türk boyunduruğuna” ilerici bir meydan okuma, isyan etme ve nihayet kurtuluşa ulaşma şeklinde takdim eden anlatımları gerçeklerle örtüşmemektedir. Arap bilincinin uyanması esasen mütereddit ve müphem meseleydi. Tam da Osmanlı İmparatorluğu'nun sonu yaklaşmaktayken, az sayıda ancak mühim bir Arap grubu tarafından yüzyıllara dayanan eski İmparatorluğu sadakatten ayrı bir Arap kaderi düşüncesi ciddi anlamda gündeme getirilmeye başlandı.
Contrary to most of the ethnic nationalisms that gripped Europe in the 19th century, Arab nationalism did not develop within a deterministic approach towards the ideal of a state in which a linguistically, racially and culturally homogeneous group would exalt and realize itself. Despite the intense efforts of the nationalist Arab ideologues of the post-World War I era, the narratives of Arab nationalism that presented a progressive challenge to the "Turkish yoke", rebellion and finally achieving liberation do not coincide with the facts. The awakening of the Arab consciousness was essentially a hesitant and ambiguous issue. Just as the end of the Ottoman Empire was approaching, the idea of an Arab destiny separate from the loyalty to the old Empire, which dates back centuries, began to be seriously brought up by a small but important group of Arabs.