Kamu yönetiminde liderlik olgusu, demokratik temsil, eşitlik ve toplumsal adalet ilkeleri açısından kritik bir öneme sahiptir. Özellikle kadınların üst düzey karar alma mekanizmalarına katılımı, yalnızca bireysel bir kazanım değil, kurumsal kapasitenin güçlenmesi ve kamu hizmetlerinde kapsayıcılığın artması açısından belirleyici bir rol oynamaktadır. Bu bağlamda ülke deneyimleri, evrensel ölçekte değerlendirilebilecek önemli dersler sunabilmektedir. Bu çalışma, kamu yönetiminde kadın liderliğinin gelişimini Yeni Zelanda deneyimi üzerinden incelemekte ve cam tavan olgusunun aşılmasında etkili olan kurumsal, politik ve kültürel dinamikleri çok boyutlu biçimde analiz etmektedir. Araştırmanın temel amacı, kadınların üst düzey kamu yönetimi pozisyonlarına erişimini kolaylaştıran ya da sınırlayan faktörleri tarihsel süreklilik ve güncel politika uygulamaları çerçevesinde değerlendirmektir. Çalışmada nitel yöntem tercih edilerek tek vaka gömülü doküman analizi deseni uygulanmış; yasal düzenlemeler, politika belgeleri, strateji raporları ve ilerleme dokümanları sistematik biçimde incelenmiştir. Böylelikle tarihsel evrim, kurumsal yapılar ve güncel stratejik programlar eş zamanlı olarak değerlendirilmiş; bulgular tematik analiz aracılığıyla dört ana eksende yapılandırılmıştır. Elde edilen bulgular, Yeni Zelanda’da kadın liderliğinin rastlantısal başarı öykülerine değil, ardışık yasal reformlara, kurumsal yeniden yapılanmalara ve politika sürekliliğine dayalı yapısal bir dönüşümün ürünü olduğunu ortaya koymaktadır. Bu yönüyle çalışma, yalnızca temsil adaleti bağlamında değil, kamu yönetiminde kapsayıcı ve eşitlikçi dönüşümün nasıl inşa edilebileceği sorusu üzerinden de yapılandırılmıştır. Yeni Zelanda, eşitlik politikalarının etik bir idealin ötesine geçerek kamu yönetiminin kalıcı gündemine yerleşebildiğini gösteren ve evrensel düzeyde öğrenilebilir ilkeler barındıran bir deneyim olarak öne çıkmaktadır.
The concept of leadership in public administration is of critical importance in terms of democratic representation, equality, and social justice principles. In particular, the participation of women in high-level decision-making mechanisms plays a decisive role not only as an individual achievement but also in terms of strengthening institutional capacity and increasing inclusiveness in public services. In this context, experiences from different countries offer important lessons that can be evaluated on a universal scale. This study examines the development of women’s leadership in public administration through the New Zealand experience and analyzes the institutional, political, and cultural dynamics that are effective in overcoming the glass ceiling phenomenon in a multidimensional manner. The main objective of the research is to evaluate the factors that facilitate or limit women’s access to senior public administration positions within the framework of historical continuity and current policy practices. Qualitative methods were preferred in the study, and a single case embedded document analysis design was applied; legal regulations, policy documents, strategy reports, and progress documents were systematically examined. Thus, historical evolution, institutional structures, and current strategic programs were evaluated simultaneously; the findings were structured along four main axes through thematic analysis. The findings reveal that women's leadership in New Zealand is not the result of random success stories, but rather a structural transformation based on successive legal reforms, institutional restructuring, and policy continuity. In this respect, the study is structured not only in the context of representational justice but also around the question of how inclusive and egalitarian transformation can be achieved in public administration. The New Zealand experience demonstrates that equality policies have moved beyond an ethical ideal to become part of the permanent agenda of public administration and contain principles that can be learned at a universal level.