Evrenin oluşmasıyla birlikte insan hayatının serüveni başlamış, birlikte yaşama deneyimi, insana toplumsal bir varlık olma ve toplumdaki diğer unsurlarla ilişki kurma zorunluluğunu getirmiştir. Bu zorunluluk ile insan ve toplum arasındaki her türlü ilişki belirli kurallar çerçevesinde düzenlenmiş ve bu düzenlemeler bireye bazı roller yüklemiştir. Bu rollerin en primitif olanı cinsiyet odaklı kadın ve erkek ayrımıdır. Doğal yaşamın başlangıcında herhangi bir cinsiyet ayrımı olmadan sürdürülen ortak yaşam, zamanla kadın ve erkek farklılığı göz önüne alınarak kurgulanmış bir süreç haline gelmiştir. Bu süreçte erkeğin ve kadının gerçekleştirebileceği ailevi, dini, ekonomik, siyasi vb. görevler, bireyin etken olmadan edindiği cinsiyet ile özdeştirilmiştir. Kas, kol ve düşün gücüne dayanan her türlü aksiyon erkeğe, doğaya ait olan ve duygusallık taşıyan işler ise kadına özgü olarak belirlenmiştir. Kadın ve erkek olmada diskur haline getirilmiş bazı kalıp yargılar ise cinsiyet ayrımını körüklemiş ve toplumsal cinsiyet oluşumuna dayanak oluşturmuştur. Toplumsal cinsiyetin formal ve informal hayata sıçramasıyla da yaşamın her aşamasında engel olunamaz bir erkek hegemonyası kurulmuştur. Bu çalışmada toplumsal düzenin iki cinsiyet ortaklığındaki basit iş bölümünden, ustaca tasarlanan erkek merkezli ataerkilliğe geçişi; aile, din, ekonomik ve siyasi sistem çerçevesinde değerlendirilmiştir. Ayrıca ortak yaşam alanının cinsiyetlere göre ayrıştığı noktalar tespit edilerek, bu yolla oluşturulan “Toplumsal Cinsiyet” kavramı irdelenmiştir.